top of page

Masonluğun Kökenleri

Masonluğun Kökenleri: Text

Nasıl ki demokrasiyi, felsefeyi veya bilimi bir veya birkaç kişi icat edip kurmamışsa, Masonluğu da bir veya birkaç kişi icat edip kurmamıştır. Masonluk bir evrimin sonucudur ve bu evrimde birçok Mason görev üstlenmiştir. Masonluk da öğretilerini birçok dinden, felsefeden, bilgi sisteminden ve sembollerden almıştır.

Genel olarak kabul edilen teze göre Masonluk, Orta Çağ’da katedralleri, sarayları, şatoları inşa eden Operatif Mason localarından çıkmıştır. Bu Operatif Masonların ritüel ve gelenekleri ise kendilerine önceki kuşaklardan miras kalmıştır.

8. yüzyıldan 12. yüzyılın ortalarına kadar inşaat bilimi ve sanatı kilisenin tekelindeydi. Kiliselerin inşası papazların kontrolünde keşişler tarafından gerçekleştiriliyordu. Daha sonra halktan kişiler de yardımcı veya işçi olarak işe alınmaya ve keşişlerle beraber inşaatlarda çalışmaya başladılar. Bu birlikte çalışmanın sonucunda inşaat sanatına ilişkin bilgiler yavaş yavaş sözü edilen sivil kişilere aktarıldı. İnşaat sanatının bilgi ve sırlarına sahip bu hünerli kişiler yeni binalar yapıldıkça yerel idarelerden loncalara bağlı olmama ve serbest seyahat edebilme gibi birtakım imtiyazlar elde ettiler. 11. yüzyılın ortalarına gelindiğinde Avrupa’da artık tüm katedraller ve önemli binalar bu gezgin Masonlar tarafından yapılıyordu.

Bir kilise büyüğü, bir kral veya bir prens kendi idaresi altında bulunan bir yerde bir katedral, kilise, saray, şato veya kale inşa ettirmek istediğinde Masonların ileri gelenlerinden bir ustaya müracaat eder, onunla bir anlaşma yapar ve ona inşaatın ustabaşılığını verirdi. Bu Ustabaşı veya mimar, anlaşmasını imzaladıktan sonra mutlak bir yetkiyle hareket eder, Avrupa’nın her tarafına haber salarak, işin muhtemel boyutlarını belirterek meslek erbabını davet ederdi. Bundan sonra gezgin Masonlar yavaş yavaş bu işyerine gelmeye başlarlardı. Gelenler şantiye yanında veya yakınlarında gruplar halinde yerleştirilir, herşeyden önce gereken şekilde barınmalarını sağlayacak önlemler alınırdı. Taş yontucuları en büyük grubu oluşturduğundan şantiyede toplananlara genel olarak ‘Mason’ denirdi. Şantiyede hem işlerin idaresi ele alınır hem de inşa edilecek binanın mimari resimleri, planları ve malzeme listeleri saklanırdı. Bunların yanında da sanatkârlara yapılan işler hakkında çeşitli öğretici ve aydınlatıcı bilgiler verilirdi. İşe yeni giren çıraklar da burada yetiştirilirdi.

14. yüzyıldan önce ilk Operatif Mason locaları böyle kendiliğinden kuruluyordu. Bunların ne bir anayasası ne de özel kuralları vardı. Ustabaşı bir çırağı işe alır, ona bir itaat yemini ettirilir ve sonra adı deftere yazılırdı. Bunu yapmak için özel bir loca mekânına veya merkezî bir otoritenin iznine gerek yoktu.

Loca kelimesine ait en eski referans ise Masonluğun bugüne kadar bulunan en eski yazılı belgesi olan ve 1390 yılında kaleme alındığı sanılan Regius şiiridir. Bu şiirin çıraklara ait olan bölümüne bakıldığında;

Üçüncü noktayı özellikle Çırakların bilmesi gerekir

Çırak, Ustanın nasihatini kabul etmeli ve yerine getirmeli,

Arkadaşlarının sözlerini de iyi niyetle karşılamalıdır.

Mesleğin sırlarını ve locada yapılanları kimseye söylememelidir.                                    

Duyduğun ve yapıldığını gördüğün hiçbir şeyi

Nereye gidersen git kimseye söylememelisin.

Bu satırlar 15. yüzyıl başlamadan önce taş ustalarının loca adı verilen bir mekânları ve saklanması gereken mesleki sırları olduğunu açıkça göstermektedir. Ayrıca 15. yüzyılda yapılan kilise inşaatlarının muhasebe defterlerinde ‘loca’ için yapılan masraf kayıtlarına da rastlanmaktadır. Bu dokümanlarda ‘loca’ kelimesi, taş ustalarının yemeklerini yedikleri, yattıkları, aletlerini sakladıkları, kışın içinde çalıştıkları şantiye binası anlamında kullanılmıştır. Bu locaların bizim anladığımız anlamda Operatif Mason locası olabilmesi için çok önemli bir unsur daha gereklidir: Sembolik bir ritüel.  Sembolik ritüeli, adlarına topluca Eski Yükümlülükler (Old Charges) veya Gotik Anayasalar (Gothic Constitutions) denilen, 1390 yılından 1700’lü yılların başlarına kadar yazılmış ve yüzden fazlası günümüze kadar gün ışığına çıkmış el yazmalarında buluyoruz. Bunlar bir büyük binanın inşaatı için uzun bir süre birlikte yaşayıp çalışacak Masonlar için yazılmıştır. İçlerinde bir çırağın mesleğe nasıl kabul edileceğine, nasıl yemin edileceğine ve mesleğin nasıl yönetileceğine dair kayıtlar bulunmaktadır.

Bu el yazmaları bizi ünlü Masonik tarihçi ve yazar Harry Carr’ın Mason Locası tarifine getirmektedir: "Mason locası bir büyük binanın yapımı veya bir yüce amaç için bir araya gelmiş, intisap ederken verilecek gizli tanışma işaretlerini sır olarak saklamaya yemin etmiş (operatif olan veya olmayan) inşaatçıların birliğidir." 

Operatif Masonluk olarak da adlandırılan bu Masonluk, Orta Çağ’da Avrupa’nın her köşesinde mevcut olmuş, Avrupa’nın mimari şaheserleri bu Masonlarca inşa edilmiştir. Ne var ki geçen zaman içerisinde katedral inşaatçılığının parlak dönemlerinin sona ermesi, üstelik meslek sırlarının herkesçe ulaşılabilir hale gelmesiyle Operatif Mason locaları 16. yüzyılın sonlarından itibaren kan kaybetmeye başlamış, 17. yüzyılın ortalarına doğru da kaybolmaya yüz tutmuşlardır. Bunu önleme arzusu, locaları aralarına meslekten olmayan aydınları da almak suretiyle teşkilatlarını yeniden canlandırmaya yönlendirmiştir. Mason localarının kilise ve devletin baskısından arınmış imtiyazlı hür ortamı, bu baskıdan yılmış olan aydınlar için de bir cazibe merkezi oluşturmuş ve bunlar, 17. yüzyılın ortalarından itibaren Mason localarına girmeye başlamışlardır. Meslekten olan Masonlarla meslekten olmayan bu aydınlar arasındaki farkı vurgulamak için sonradan katılan bu aydınlara "Kabul Edilmiş Masonlar" denilmiştir. Kısa bir zaman içerisinde localarda Kabul Edilmiş Masonların sayısının artmasıyla Masonluğun operatif faaliyeti arka plana itilmiş, bir zamanların esas gayesi olan mabet inşaatı sembolik bir planda ele alınmıştır. Böylece yeni hedef, manevi bir "Ülkü Mabedi" inşası haline dönüşmüştür.

Operatif Masonluğa kadar geri giden Spekülatif Masonluk, operatiflerin bu gizli ritüel ve geleneklerinde çok eski zamanlara ait öğretilere rastlamıştır. Buna göre ilke ve prensipler semboller vasıtasıyla öğretilmektedir. Tabii ki bunlar bir insanın veya belirli bir zaman diliminin üretimi değil, insanlık tarihi kadar eski ve evrenseldiler.

Bugün "Spekülatif Masonluk" olarak adlandırdığımız bu "yeni" Masonluğun doğum yeri İngiltere’dir. Londra’da çalışmakta olan ve üyelerinin çoğu Kabul Edilmiş Masonlardan oluşan dört loca 24 Haziran 1717 tarihinde bir araya gelmişler ve merkezî bir otorite altında örgütlenerek dünyadaki ilk Büyük Loca’yı kurmuşlardır. Kurdukları bu Büyük Loca federatif bir oluşumdur. Önceleri adı Londra Büyük Locası olan bu federatif oluşum daha sonra İngiltere Büyük Locası’na dönüşmüştür.

İlk Büyük Loca’nın kuruluşundaki temel ilke, o tarihe kadar İngiltere’de inanç sistemini temsil eden milli kiliseye sıkıca bağlanmış olan Masonluk mesleğini, belirli bir mezhep ve inanç sisteminden uzak tutmak olmuştur. O zaman konulan bu yasa bugün de geçerlidir. Masonluk din farkı gözetmeksizin Tanrı’ya inanan iyi ahlaklı erkeklere açık bir ahlâk ve fazilet öğretisi okulu hâline gelmiştir.

Dünyadaki bütün Büyük Locaların ilki olan bu kurum, kuruluşu sırasında sadece Londra ve çevresini kapsamaktan daha fazla bir yetkiye sahip olmamakla birlikte, locaları yönetmekteki sağduyulu kararları ve laik yöntemleri sayesinde, kuruluş modeli itibarıyla önce İngiltere’ye sonra bütün Dünya’ya yayılmıştır. İlk Büyük Loca’nın kuruluşundan hemen sonra localar bütünüyle düşünsel bir kimlik kazanmışlardır.

İşte böylece mütevazı bir şekilde 1717’de Londra’da kurulmuş olan ilk Büyük Loca, yalnız bütün İngiltere’de değil; aynı zamanda başka ülkelerde de kısa bir zamanda etkisini göstermiştir. 1725’te İrlanda, 1736’da İskoçya, bu örneğe uyarak, kendi Büyük Localarını kurmuşlardır. Bu yeni oluşum kısa zamanda tacirler, diplomatlar, askeri localar vasıtasıyla Avrupa, Amerika ve bütün Dünya’ya hızla yayılmıştır. Bugün, Dünya’da yüz seksen kadar Büyük Loca bulunmaktadır.

bottom of page